Çocukların hayal güçlerini canlandıracak masallar! Masal oku başlığı altında çeşitli alternatifler...

Çocukların hayal güçlerini canlandıracak masallar! Masal oku başlığı altında çeşitli alternatifler...

Uyku saati öncesi dinlediğimiz masallar bizlere rengarenk dünyaların kapılarını açar. Masal okumak için hemen her gece yeni bir arayış başlar anne ve babalarda... Kendilerine yeni masallar okunmasını isteyen çocuklarını mutlu etmek adına farklı masallar ararlar. İşte çocukların dünyalarını daha da renklendirecek ve onları keyifli bir uykuya taşıyacak masallardan seçmeler...

KÜÇÜK YILDIZ VE TONTON AYDEDE
 
Küçük yıldız, ne güzel pek de şirin bir şeymiş. Tonton ay dede ona, Güzel şeyler öğretmiş.
 
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde karanlık bir gecenin tam en tepesinde aydede ve küçük yıldız karşılaşmışlar yine. Küçük yıldız Tonton aydedeye selam vermiş, Tonton aydede küçük yıldıza gülümsemiş sonra ikisi de gökyüzündeki yerlerini almışlar.
 
Uzun bir gece onları beklerken, küçükyıldız “ Hapşu” diye hapşırıvermiş. Tonton Aydede o tarafa doğru dönüp, “Bu gece ayaz var. Üstünü biraz daha sıkı giyinseydin iyi olurdu “ demiş. Küçük yıldız başını sallamış:” Haklısın aydede ama evden çıkarken montumu almayı unuttum, sonra bir baktım anahtarımı da unutmuşum, o yüzden geri dönüp montumu da alamadım. Okul çantamı da evde unuttuğum için ödevlerimi de yapamayacağım şimdi” demiş. Sahiden de bütün gece gökyüzünde durma görevi onun olduğu için, ödevlerini yapamayacakmış. Çünkü yıldızlar gece olunca gökyüzüne gelirler ve gündüz olana kadar yerlerini terk edemezlermiş.
 
Aydede kocaman kafasını bir o yana bir bu yana sallamış “Ama küçük yıldız, bir yıldız, bu yaşta bu kadar unutkan olmaz ki, hem zaten topu topu kaç görevin var ? “ demiş. Küçük yıldız biraz utanmış, yanakları kırmızı kırmızı olmuş ama görevlerini saymaya başlamış “Dişlerimi fırçalamak, ödevlerimi yapmak, okula gidip gelmek, evden çıkarken anahtarımı unutmamak.” Durmuş durmuş sayacak başka bir şey bulamamış. Aydede Ona bakıp gülümsemiş. “Birkaç tane görevin var, onunda yarısını yapmayı unutuyorsun bak” demiş. Küçük yıldız cebinden diş macunu ve fırçasını çıkarıp “Ama dişlerimi günde üç kere fırçalamayı hiç unutmuyorum” demiş. Sonra küçük diş fırçasını ve macununu kullanarak dişlerini bir güzel fırçalamış.
 
Tonton aydede o gece beyaz buluttan rica etmiş, beyaz bulut küçük yıldız’ın bulunduğu yerde birkaç dakika durmuş, o sırada küçük yıldız annesini bulup anahtarı almış, sonrada evden okul çantasını alıp gelmiş. O gece sabaha kadar bütün ödevlerini bitirmiş ve ertesi gece gökyüzündeki nöbetine gelirken, montunu da giymiş. Tonton Aydede’nin en çok sevdiği akıllı yıldızlardan biri olmuş.
 
Bakın gökyüzünde Tonton aydede ve küçük yıldız bize göz kırpıyorlar yine. Gördünüz mü ?
 
 
DERS VEREN KARINCA
 
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memleketin birinde küçük bir çocuk yaşarmış. Okul çağına gelince, babası: "Artık okul çağına geldin, okula gitme vak­tidir, yarın seninle birlikte kente gideceğiz." demiş.
 
Ertesi gün oğlu ile birlikte kente gidip, onu çok bilgili, çok görgülü bir öğretmene teslim etmiş. Çocuk da bu öğretmenden ders alıp görgüsünü, bilgisini artırmak istemiş ama olmamış. Niçin mi? Çünkü ne yazmayı becerebiImiş, ne okumasını ... "Ay, bu harfler bana hiçbir şey söylemiyor, hiç birinden hiçbir şey anlayamıyorum. İnsan, bu ''kargacık burgacık şekilleri nasıl olur da tek tek aklında tutar, ben anlamıyorum." diye yakınıyormuş. .
 
Günler sonra da kendi kendine; "İyice düşündüm taşındım, ben bu okuma yazma işini beceremeyeceğim, en iyisi eve dönüp hayvanlarımıza baksam daha iyi." diye düşünmüş. Kentten köyüne giden yola düşmüş, ha babam de babam yü­rümüş de yürümüş. Öğle sıcağı bastırmış. Yorulmuş olduğundan bir çeşme başında durmuş. Su içmiş, elini yüzünü yıkamış, ağaç altında otururken uykusu gelmiş, başlamış uyumaya ...
 
O sırada bir pirinç tanesini iterek götüren bir karınca elinin üstüne tırmanmış. Çocuk yerinden kıpırdamış, uyanıp elinin üs­tündeki karıncayı yere doğru üflemiş, sonra yeniden uykusuna dönmüş. Kısa bir süre sonra karınca yine iterek götürdüğü pirinç tane­siyle görünmüş, yine çocuğun eline tırmanmış.
 
Çocuk yine uyanmış, elinin üstündeki karıncayı yine yere doğru üflemiş. Fakat karınca bir üçüncü kez eline pirinç tanesiyle tırmanınca hiç kıpırdamamış; ne üflemiş, ne bir şey yapmış. Gözlerini dikmiş, karıncayı izlemeye koyulmuş. Çocuğun oturduğu kocaman taşa tırmanmaya başlamış ka­rınca. Tam taşın doruğuna vardığında sert bir rüzgar esmiş pirinç tanesini yere yuvarlamış.
 
Karınca yeniden geri dönmüş, yeniden, kim bilir kaçıncı kez aynı pirinç tanesini başlamış yine yokuş yukarı tırmandırmaya. Karıncanın azmini gören çocuk, çok utanmış. Su başından kalkmış, köyünün yolu yerine kentin, okulun yolunu tutmuş. Ve bundan sonra pes etmeden derslerine çalışmaya karar vermiş.
 
KELEBEK İLE UÇURTMA
 
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memleketin birinde bir uçurtma varmış, göklerde salma salma uçar, bulutlarla yarışırmış. Günlerden bir gün yine böyle göklerde uçarken aşağıya bakmış; yerde çalıdan çalıya uçan bir kelebek görmüş. Göklerden bağırmış;
 
"Hey, kelebek! Bana bak bana, bak nasıl göklerde kuşlar gibi uçuyorum. Tıpkı kuşlar gibi, değil mi? Bulutlar bile benim kadar yükseklere çıkamıyor. Seni buradan öyle küçük görüyorum ki, anlatarnam. Mini minnacıksın. Ah, bana bakıp kim bilir beni ne kadar kıskanıyorsundur, değil mi?" Kelebek kanat açmış, gördüğü soylu bir papatyaya doğru uçarken; "Seni kıskanmak mı, ben mi?" diye sormuş. "Hiç işim gücüm yoktu da seni kıskanacaktım, öyle mi? Senin kıskanılacak bir yanın yok ki. Ben olsam senin yerinde, övüneceğime dövünürüm."
 
"Allah Allah!" demiş uçurtma. "Bu da nereden çıktı şimdi?
 
Niçin dövünmeliymişim?"
 
"Haline bak bir" demiş kelebek. "İple bağlısın. İp seni nereye çekerse, sen oraya gidiyorsun. İp seni nereye uçurursa, sen oraya uçuyorsun. Bu mu övünmelere değer yani? Gerçi senin kadar yükseklere çıkamıyorum, doğru ama hiç değilse gönlümün dilediği yerden, dilediğim yere uçuyorum ya, ona bak sen.
 
Çünkü ben özgürüm, özgür doğdum, özgür öleceğim. Senin gibi bir ipin bağımlılığında değil. Var sen o bağımlılığınla istediğin kadar sevin, istediğin kadar övün!"
 
 
KELOĞLAN: ZENGİNLER DİYARI
 
Keloğlan, daha çok çalışıp daha çok kazanmak için köyünden yola çıkmış, şehre inmiş. Şehirde birçok iş bulmuş ana istediği gibi çok kazanamıyormuş çünkü işler devam etmiyormuş. Bir gün çalışıp bir gün oturuyormuş. Çalıştığı günler kazandığı parayı oturduğu günlerde harcıyormuş. Sonunda elinde hiç para kalmıyormuş. Kendine yeni bir kıyafet bile alamıyormuş.
 
Sonunda Zenginler Ülkesi’ne gitmeye karar vermiş. Dere tepe düz gitmiş sonunda bu ülkeye varmış. Şehrin girişinde bir adama rastlamış ve ona:
 
- Çalışmak istiyorum, iş nerede bulabilirim?, demiş.
 
Adam:
 
- İş bulup da ne yapacaksın?, deyince
 
Keloğlan:
 
- Çalışıp para kazanırım, demiş.
 
- Peki parayı ne yapacaksın, deyince
 
-Yeni bir bahçeli ev, yeni kıyafetler ve yeni eşyalar alırım, demiş.
 
Adam önce gülmüş ve ona bu ülkede bunlar için paraya gerek olmadığını zaten bütün bunların ona verildiğini söylemiş. Her şey bedava, ekmek bile demiş.
 
Karşıdaki evin boş olduğunu ve oraya yerleşebileceğini söylemiş ilk olarak. Sonra yemek için karşıdaki lokantada bedava yemek olduğunu, kıyafetlerinde onun yanındaki dükkanda bedava olduğunu söylemiş.
 
Keloğlan böylece bedava yemeye ve yaşamaya başlamış. Günler geçtikçe kilo alıyor ve şişiyormuş. Sonunda adı da Şişmanoğlan olmuş. Yiyor, içiyor, yatıyormuş. Bir gece rüyasında eski hali karşısına çıkıp “Şişmanoğlan kendine gel!” demiş. Sonun kötü olacak, hastalanacaksın diye çıkışmış.
 
Sabah şaşkın bir şekilde uyanan Keloğlan yaşadığı hayatın çok sıkıcı ve sağlıksız olduğunu anlamış ve eski köyüne geri dönmüş. Tekrar çalışmaya ve eskisi gibi beslenmeye başlamış. Zenginler Ülkesi’ni ise bir daha hatırlamamış.