Taner Erginel : "Türkiye, Doğu Akdeniz’de geç kalınca fiili durum oluştu!"

Taner Erginel : "Türkiye, Doğu Akdeniz’de  geç kalınca fiili durum oluştu!"

Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı Taner Erginel “Doğu Akdeniz’de Deniz Hukuku Anlaşmazlıkları” başlığı altında Doğu Akdeniz’de neler olduğunu deniz hukuku açısından inceledi.

“Türkiye Ege’de ve Doğu Akdeniz’deki taleplerinde tamamen haklıdır. Zamanla haklılığı daha fazla ortaya çıkmaktadır" diyen Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı Taner Erginel,  "Ancak haklarını elde etmek için yerinde ve zamanında girişimde bulunduğu söylenemez. Türkiye’nin veya KKTC’nin haklı olduğunu gösteren görüşler başka devletlerin gayretiyle ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu gecikme nedeniyle Ege’de ve Akdeniz’de Türkiye ve KKTC aleyhine fiili durum oluşmuştur. Bu fiili durumun düzelmesi kolay olmayacaktır” ifadelerini kullandı.

Erginel’in yazısı aynen şöyle:

“ALEYHİMİZE OLDUBİTTİLER YARATILDI”

Anavatanımız Türkiye ile KKTC, hidrokarbon konusunda büyük mağduriyetlere uğramak üzeredir. Ege ile Doğu Akdeniz'de aleyhimize oldu bittiler yaratılmıştır. Üzücü olan haklı olmamıza rağmen bu duruma düşmüş olmamızdır. Zamanında gerekli girişimleri yapmadığımız için haklarımızı yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır. Bu noktadan sonra artık Türkiye'nin bir savaşı göze alarak haklarını koruyabileceği iddia edilmektedir.

Uluslararası Deniz Hukukunun dünyada oluşmakta olan bir hukuk dalı olduğunu söyleyebiliriz. Bu oluşum tamamlanmış değildir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi oluşuma uygun hareket etmekte ve her aşamada oluşan kurallardan yararlanarak lehlerine fiili durumlar yaratmaktadırlar. Bu girişimlere karşı Türkiye ve KKTC sessiz kalmaktadır.

“ATATÜRK YAŞASAYDI NELER YAPARDI?”

Bir süre sonra bu alanlarda Türkiye'nin ve KKTC'nin de hakları olduğu ve bu hakları yitirmek üzere oldukları anlaşılmaktadır. Ancak fiili durum aleyhte oluştuğu için haklarını elde etmeleri çok zor hale gelmektedir.

Önceden gerekli girişimleri yaparak bu duruma düşmek önlenemez miydi?

Bu duruma düşmemek için neler yapılmalıydı?

Ulu önder Atatürk yaşasaydı deniz hukuku konusunda neler yapardı? Arzu ederseniz bu soruları birlikte cevaplandırmaya çalışalım.

Atatürk hayatta olsaydı 20.ci Yüzyılda denizlerin öneminin gittikçe arttığını ve bir süre sonra daha da artacağını herkesten önce görecekti. Bazı devletlerin denizleri paylaşma ve kendi topraklarına katma çabası içinde olduklarını anlayacaktı. Oluşmakta olan Uluslararası Deniz Hukuku kurallarının Türkiye'ye yararlı olması ve zarar vermemesi için gerekli önlemleri alacaktı.

“EN İYİ UZMANLARIN GÖRÜŞÜNE BAŞVURURDU”

Bu amaçla neler yapabileceğini düşünelim. Kanımca Atatürk hayatta olsaydı birçok konuda olduğu gibi bu konuda da dünyanın en iyi uzmanlarından görüş alarak işe başlayacaktı. Dünyanın en iyi uzmanlarıyla Türkiye'nin en iyi uzmanlarını bir araya getirip tartıştıracak en doğru çözüm yollarını bulacaktı.

Konu hukuk konusu olduğu için ilk yapacağı iş, dünyanın en iyi hukukçularına başvurmak ve oluşmakta olan Deniz Hukuku kuralları ile ilgili bilgi almak olacaktı. Bu kuralların oluşmasına Türkiye'nin de katkıda bulunmasını sağlayacaktı.

Bilindiği gibi Deniz Hukukunda en önemli uluslararası gelişme 1982 Deniz Hukuku Konvansiyonu veya Sözleşmesi ile olmuştur. BM girişimiyle yapılan bu sözleşmenin yapılmasında Türkiye çok pasif kalmış ve sözleşmeyi imzalamamıştır. Hâlbuki dikkatli bir gözlemci bu sözleşmenin kalıcı olacağını ve Uluslararası Deniz Hukuku haline geleceğini anlayabilirdi.

“ÇATIŞMAYA GİRMEDEN HAK SAHİBİ OLURDU”

Atatürk hayatta olsaydı sözleşme yapılırken Türkiye'nin aktif olmasını sağlayacaktı. Sözleşmeye Ege’nin yarısının Türkiye'ye kalması ve Doğu Akdenizde haklarının tümünü elde etmesi için kurallar koyduracaktı. Bu kurallardan gününde yararlanacak ve çatışmaya girmeden haklarını elde edecekti.

Türkiye'nin yararlanacağı kuralları Sözleşmeye koyduramasa bile bu kuralları önerecek ve çekince olarak sözleşmeye ekleyecekti. Daha sonra aynı ilkeleri benimseyen birçok devlet ortaya çıkacak ve böylece Türkiye'nin haklarını koruyan ilkeler dolaylı olarak uluslararası hukuk haline gelecekti. Bu ilkeler bir süre sonra Uluslararası Mahkemelerin içtihatları olarak Uluslararası Hukuk haline gelecekti.

Bu görüşler ışığında yıllar önce akademisyen arkadaşlarımla yaklaşan tehlikeyi görerek Devletimizi ve Anavatanımız Türkiye'yi, Deniz Hukuku oluşmasına katkıda bulunması için teşvik etmeye çalıştık. Öne sürdüğümüz görüşlere ve gerekçelere kısaca değinmek istiyorum.

“EGE’NİN YARISINA SAHİP OLABİLİRDİ”

Deniz Hukuku Konvansiyonu yapılırken Türkiye’nin öne sürebileceği ilkelerin daha sonra içtihatlar yoluyla kabul edilecek ilkeler olduğunu göstermektedir.

Türkiye bu ilkeleri öne sürmede ve yararlanmada geç kalmıştır. Yunanistan ve Kıbrıs Rumları uluslararası deniz kurallarının daha ilk ortaya çıkmaya başladığı günlerde bu kurallara uygun adımlar atarak fiili durum yaratmışlardır. Aradan zaman geçtikten sonra başka devletlerin uluslararası Mahkemelerde mücadelesi sonucu Türkiye'nin haklı olduğunu gösteren görüşler ortaya çıkmaya başlamıştır. Geçmişe dönük olarak Türkiye'nin bu görüşlerden yararlanması kolay olmayacaktır.

Özetle Türkiye doğru ilkeleri uluslararası sözleşmelere koydurarak Ege’nin yarısına sahip olabilirdi. Doğu Akdeniz de ise en büyük hak sahibi olabilirdi. Ancak hukuk mücadelesinde pasif kaldığı için bu alanlar Rumların ve diğer devletlerin kontrolüne geçmiştir. Bu noktadan sonra Türkiye'nin haklarını geriye dönük olarak kazanabilip kazanamayacağı dünya hukukçularının merakla izledikleri bir konudur.

“KKTC’NİN TANINMASINI SAĞLAMAK OLABİLİRDİ”

Belirttiğimiz gibi Türkiye dünyanın en iyi hukukçularının desteğinde uluslararası sözleşmelerin yapımında ve özellikle 1982 Deniz Hukuku Konvansiyonunun yapımında aktif bir rol almalıydı. Bunun yanı sıra yapabileceği işlerden biri KKTC'nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlamak olabilirdi.

Bugün KKTC'nin yasal statüsü uluslararası alanda net değildir. Bazen bağımsız bir devlet olarak açıklama yapıyor, bazen kurulacak bir federasyonun federe kanadı olmak istediğini ve tanınma talep etmediğini ifade ediyor. Bu durumda tarafsız ciddi bir hukukçu ne düşünür? KKTC nin fiilen bağımsız bir devlet olduğunu ancak hukuken bu oluşumu tamamlamadığını düşünür. Dünyamızın tarafsız hukukçularından birine böyle bir oluşumun 1982 Deniz Hukuku Konvansiyonuna göre haklarının neler olabileceğini soralım. Acaba nasıl bir yanıt alacağız?

Milli bir konuda bir hukukçunun kendi ulusunun haklı olduğunu açıklaması fazla bir anlam ifade etmez. Tartışılan yasal konuda uluslararası tarafsız ve ciddi bir hukukçunun ne düşüneceğini araştırmak gerekir.

Öyle anlaşılıyor ki Rum yönetimi her aşamada dünyanın en iyi hukukçularına sorular sormakta ve aldığı görüşler ışığında hareket etmektedir. Daha sonra komşu devletlerle iş birliği girişimlerine başlayınca bu devletler veya uluslararası şirketler de kendi hukukçularından hukuki görüş almakta ve alınan yanıtlar hiç de Türk ulusunun lehinde olmamaktadır.

"ZAMAN HAKLILIĞIMIZI DAHA FAZLA ORTAYA KOYUYOR"

Özetlersek Anavatanımız Türkiye Ege’de ve Doğu Akdeniz’deki taleplerinde tamamen haklıdır. Zamanla haklılığı daha fazla ortaya çıkmaktadır. Ancak haklarını elde etmek için yerinde ve zamanında girişimde bulunduğu söylenemez. Türkiye’nin veya KKTC’nin haklı olduğunu gösteren görüşler başka devletlerin gayretiyle ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu gecikme nedeniyle Egede ve Akdeniz’de Türkiye ve KKTC aleyhine fiili durum oluşmuştur. Bu fiili durumun düzelmesi kolay olmayacaktır. Bu geç aşamada zor kullanarak ve ilgili devletlerle anlaşma yaparak hakların bir bölümünü kazanmak mümkün olabilir.

Bir savaşa girmeden, geç de olsa yasal ve barışçı bir mücadele ile soruna çözüm bulunmasını temenni edelim.