Nergishan Tekin Kitap Dünyası (27.11.2019)

Tarihçi Kitabevi’ndan çıkan Prof. Dr. Bülent Bakar’ın araştırması “Hava Taarruzlarına Karşı Türkiye’de Pasif korunma (1935-1945)” (512 s.). Türkiye’nin az bilinen bir döneminin hava saldırılarına karşı pasif korumayı derinliğine ele alıyor.

NERGİSHAN TEKİN / GÜNBOYU

Havacılık tarihi pek işlenmiş bir konu değildir. İşlense bile, tezlerde, akademik seviyede kalmıştır.

Prof. Dr. Bülent Bakar, “Hava Taarruzlarına Karşı Türkiye’de Pasif korunma (1935-1945)” eserinde, İkinci Dünya Savaşı’na adım cadım gidildiği ve savaşıldığı döneminde savunmada ne durumda olduğumu işlerken, diğer ülkelerdeki gelişmeleri de araştırıyor.

Yazar kitabın “Önsöz”ünde, kitap hakkında merakımızı giderecek bilgiler veriyor:

“İnsanoğlunun ulaşımı kolaylaştırmak ve hızlandırmak için icat ettiği en önemli buluşlardan birisi olan uçağın savaş aracı olarak kullanılması önce cephelerde askerler, sonra da cephe gerisinde siviller için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nda zehirli gazların kullanılması ve bu gazların uçaklar aracılığıyla savaş dışı ve güvenli bölge olarak düşünülen cephe gerisi için kullanılma ihtimali, korku ve pa­nik yaratmıştır. Bu durum Avrupa ülkelerinde hava tehlikesi ve zehirli gazlara karşı önlemler geliştirilmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Düşman uçaklarına karşı ülkenin silahlı kuv­vetleriyle alınan askerî önlemlere ‘Aktif Korunma’, hava tehli­kesine karşı sivilleri korumak için alınan önlemler bütününe de ‘Pasif Korunma’ adı verilmiştir.

Türkiye'de 1930'lu yıllardan itibaren hava tehlikesi ve zehirli gazlar konusu kamuoyunda yer bulmaya başlamış­tır. Fakat özellikle 1935 yılındaki Tayyare Kongresi'nin Pasif Korunma için milat olduğunu ifade etmek gerekir. Başbakan İsmet İnönü'nün kongredeki konuşması sonrasında devletin hazırlıkları artmış, birçok kesim konuya daha duyarlı hale gelmiştir. Başbakan İnönü, Türk basınından bu konuyu özel­likle işlemelerini ve sürekli gündemde tutmalarını istemiştir. Her ne kadar 1935 yılı öncesinde Pasif Korunma meselesin­den bahsedilmeye başlanmış olsa bile Tayyare Kongresi'nden sonra daha ciddî ve sistematik olarak ele alındığını söylemek mümkündür. (…)

Girişten sonra Birinci Bölümde, Hava Tehlikesi ve Pasif Korunmanın Gündeme Gelmesi; İkinci Bölümde, Savaş Önce­si Pasif Korunma Hazırlıkları üzerinde durulmuştur. Üçüncü Bölümde Savaştan Önce Pasif Korunma Tatbikatları incele­nirken; Dördüncü Bölümün başlığı İkinci Dünya Savaşı'nda Pasif Korunma Hazırlıkları olmuştur. Beşinci Bölüm, İkinci Dünya Savaşı'nda Pasif Korunma Uygulaması: Işık Karartma başlığını taşırken Altıncı Bölümde İkinci Dünya Savaşı'nda Pasif Korunma Tatbikatları başlığı altında değerlendirme ya­pılmıştır. Kitabın son bölümü olan, Yedinci Bölümde, Pasif Korunmayla İlgili Karikatürler başlığıyla o dönemin karika­türlerine yer verilerek olayın trajikomik boyutu gösterilmiştir. Bu bölümde yer alan karikatürler kendi içinde Gaz Maskeleri, Hava Tehlikesi, Alarm Düdükleri, Pasif Korunma, Işık Karart­ma, Sığmaklar başlıklarına ayrılmıştır. Kitabın bölümlerin­den sonra sonuç kısmı yer almış ve ardından dikkate değer bulunan arşiv belgeleri ve basın haberlerinden oluşan Ekler kısmı gelmiştir.”

*

Yazarın ön sözde bahsettiği gibi, dönemin gazetelerinden derlenmiş karikatürlerle, tebessüm etmemiz sağlanmıştır. Birkaç örnek veriyoruz:

*

Akla gelen bir soru: Pasif korunma nedir? Prof. Dr, Bülent Bakar, cevabı “Pasif kıorunma Kavramı” başlığı altında veriyor:

“Hava tehlikesi, uçakların harp silahı olarak kullanılma­sından doğmuş ve havacılığın akıllara durgunluk verecek bir tuzla ilerlemesi neticesinde az zamanda çok hızlı bir şekilde büyürnüştür. Hava gücünün öneminin anlaşılması ve artmasıyla İkinci Dünya Savaşı öncesinde literatüre iki önemli kavram girmiş ve hava hücumlarına karşı yapılan savunma, Aktif Korunma ve Pasif Korunma olarak ikiye ayrılmıştır. Aktif korunma, vatana düşman hava unsurlarını sokmamak demekter ki sivil halkı ilgilendirmeyen bu vazifeyi Silahlı Kuvvetler yerine getirmektedir. Pasif Korunma ise düşman uçaklarının Verebileceği zararı ve zayiatı azaltmak ve mümkün mertebe hava hücumlarından az etkilenmek için halkın yapacağı korunma demektir.

Alınacak önlemlerden bazıları hem aktif hem de pasif korunmaya yaramaktadır. Bunlar, uçak haber alıp verme teşkilatının gördüğü işler, şehirlerin maskelenmesi, ışık söndürülmesi ve sislenmesi gibi hususlardır. Pasif korunmada önlemler iki türlü yapılmaktadır. Bunlar, ‘tek başına korun­ma’ ve ‘toplu korunma’ şeklindedir. Hava taarruzunda alarm verilir verilmez panik olmaması için şahsın yapacağı ilk iş, kendisi ve ailesi için maske temin etmek, evlerin tavan arasında bulunan yanıcı maddeleri kaldırmak ve bunların ye­rine tavan arasında kum, toprak, su, fıçı, kürek vesaire bulundurrmak, evin bütün pencerelerini siyah perdelerle örtmek, sükûnetle evin bodrumundaki sığınağa veya umumî sığınağa gitmek ve tehlikenin geçişini haber veren alarm düdüğünü duyuncaya kadar beklemektir. Toplu korunmada alınacak önlemler ise pasif halkın şehirden uzaklaştırılması ve köylere dağıtılması, şehirdeki aktif halk için sığınak ve siper inşası, gaz maskesi ve icap edenlere gaz elbisesi dağıtılması, pasif korunma işlerini yapacak ekiplerin oluşturulması ve gerekli tecrübe ve talimlerin yapılması şeklindedir.” (s. 21-22).

Genç Kız Kalbi

Edebiyatımızda ilk psikolojik roman olarak bilinen “Eylül”ün yazarı Mehmet Rauf’un yayınlandığı dönemde çok ses getiren romanı. İş Bankası Kültür Yayınları arasından çıktı (86 s.). 1914 baskısında günümüzün Türkçesine uyarlayan Ayşegül Çakan, kitap hakkında “Sunuş” yazısında şu bilgileri veriyor:

“Servetıfünun edebiyatının önemli romancılarından olan Mehmet Rauf, eserlerinde insanın iç dünyasını ele almış, aşk temasını eksen aldığı yapıtlarında kadın erkek ilişkilerini, cinsler arasındaki duygu farklılıklarını ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.

İnsan psikolojisini derinlemesine gözlemleyerek kişilerin iç dünyasında yaşadığı açmazları, gelgitleri, sevinç, üzüntü, umut gibi duyguları sade bir üslup ve gerçekçi bir anlatımla okura yansıtmıştır.

Yazıldığı dönemde de büyük ilgi görmüş, sevilerek okun­muş olan romanlarında aşk ön planda yer alırken, Mehmet Rauf'un yarattığı karakterlerin duygu, düşünce ve davranış­ları onun aynı zamanda ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu da gösterir.

Genç Kız Kalbi Mehmet Rauf'un bu gözlem gücü ve kaleminin akıcılığıyla oluşturduğu, roman kişilerinin kanlı canlı birer insan gibi gözler önünde adeta cisimleştiği bir kurgu ve üslupla yazılmıştır.

Bir genç kızın, Pervin'in duygulan ve hatıratı üzerinden ilerleyen romanda Mehmet Rauf aşk, âşıklar, evlilik, hatta dönemin toplum yapısı içinde kabul görmeyen ilişkilere dair eleştirilerde bulunmaktan da kaçınmamıştır.

Mehmet Rauf'un diğer bütün eserlerinde gördüğümüz karakter yaratma başarısı ve bu karakterler arasındaki girift ilişkileri ustalıkla aktardığı kurgusu ise Genç Kız Kalbi’nin elden bırakmadan okunacak bir roman olmasını sağlamıştır.”

Kitabın arka kapağında Mehmet Rauf hakkında şu bilgiler yer alıyor:

Mehmet Rauf (1875-1931): İstanbul'da doğan Mehmet Rauf, Soğukçeşme Askerî Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra Bahriye Mektebi'nde okudu. Staj için bir buçuk yıl Girit'te kaldı, daha sonra görevli olarak Almanya'ya gönderildi, İstanbul'a dönünce Tarabya'da bulunan elçilik gemilerinin irtibat subaylığına atandı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra askerlikten ayrıldı ve geçimini yazarlıkla sağlamaya çalıştı; hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde pek çok eser verdi. Mehasin ve Süs adlı kadın dergilerini çıkardı. Bir süre ticaretle uğraştıysa da son yılları maddî sıkıntılar içinde geçti. Henüz on altı yaşındayken yazdığı ve Halit Ziya Uşaklıgil'e Hizmet gazetesinde yayımlaması için gönderdiği "Düşmüş" adlı hikâyeyle edebiyat dünyasına girdi. Daha sonra Mektep dergisinde yazdı. Servet-i Fünun dergisinde hikâye, roman, makale ve mensur şiirler yayımladı. Mehmet Rauf asıl şöhretini Eylül adlı romanıyla kazandı. Türk edebiyatında psikolojik romanın ilk başarılı örneği kabul edilen Eylül'de Fransız romanında çok yaygın olan aşk üçgeni ele alınmıştır. Ruh çözümlemeleri açısından dönemin en yetkin örneği sayılan yapıtın başarı kazanmasında Mehmet Rauf'un diğer Edebiyat-ı Cedide yazarlarına göre daha akıcı bir dil kullanmasının payı büyüktür.

Kültür Sanat Haberleri