Milliyet'ten Levent Köprülü'nün ilgili yazısı şöyle; Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde motosiklet ile otomobiller arasında "kediyle fare misali" bir anlaşmazlıktan söz edilir durur. Elbette bu "orman efsanesi"nden çok, her iki taşıtın da sürücülerinden kaynaklanan bir durumdur. Yani bir motosikletin otomobilden dert yandığı ya da otomobilin motosikletin ardından "Olmasaydı da olurdu!" gibilerinden dedikodu yaptığı görülmedi henüz!.. Hatta bu ikili, kimi zaman öyle "sıkı fıkı" olmuştur ki, birbirlerinin "ayrılmaz parçaları" haline gelmişlerdir...
İngiliz otomobil üreticisi Caterham, halen popüler olan “Super 7” modelini yıllar içinde farklı motor seçenekleriyle üretirken, bir de Suzuki “Hayabusha” motorlu versiyon da çıkarttı. 6 ileri sıralı vites kutusuna sahip otomobil, Hayabusha motorunun verdiği ağırlık avantajı, tork ve performans gibi üstünlükler sayesinde hayli tutulmuştu. Bu bir şaka mı peki? Hayır pek değil! Zira özellikle Avrupa'da, "motosiklet motorlu otomobil" (ki bunlara 'cyclecar' adı verilmiş) modası, Birinci Dünya Savaşı'nın birkaç yıl öncesinde ortaya çıkmış, az da olsa Amerika kıtasına bile sıçramış. Başta İngiltere, Almanya ve Fransa'nın yanı sıra Rusya, Çek Cumhuriyeti ülkelerde halkın motosiklet ile otomobil arası ucuz araçlar satın alabilmeleri için düşünülmüş. Az yakıt harcasın, ucuza çıksın ama gerektiğinde aileyle gezmeye de çıkılabilsin diye bu tip araçlar yapmış pek çok marka. Hatta günümüzde bazıları halen ayakta.
İngiliz otomobil üreticisi Caterham, halen popüler olan “Super 7” modelini yıllar içinde farklı motor seçenekleriyle üretirken, bir de Suzuki “Hayabusha” motorlu versiyon da çıkarttı. 6 ileri sıralı vites kutusuna sahip otomobil, Hayabusha motorunun verdiği ağırlık avantajı, tork ve performans gibi üstünlükler sayesinde hayli tutulmuştu.
GERİ VİTESLERİ YOK
Cyclecars denilen motosiklet ile otomobil arasında "arafta kalmış" araçlar, tek silindirli ya da iki ya da 4 silindirli motorlarla üretiliyordu. Doğal olarak da çoğunda motosiklet motoru yer alıyordu. "Eee, ekstradan vites kutusu mu uyduracağız şimdi buna?" deyip, bir de motosiklet vites kutusu kullanılıyordu bu araçlarda. Bu da, araçların çoğunun "geri vitesi olmaması" anlamına geliyordu. Ancak bunun da bir standardı varmış o dönemlerde, yani 1910'ların başında. O da, aracın birden fazla vitesi olması (2, 3 ya da 4 ileri), bir debriyajının bulunmasıymış. Bunun için üreticiler kayışlarla ve zincirlerle adeta motosikleti otomobilin içine "yedirme yolları" buluyormuş. Elbette motorun gücünün tekerleklere iletimi de kayış ya da zincirle oluyormuş. Araçların gövdeleri hafif ve çoğu kez en düşük derecede hava korumasına veya konfora sahip oluyordu. Peki insanların bu tip araçları satın almalarının nedeni neydi o zaman? Eziyet çekmeyi mi seviyorlardı? Elbette ki hayır... Zira olay, büyük oranda "duygusal" yani ekonomikmiş. Çünkü İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde bu araçların tescil masrafları ve vergileri normal otomobillere göre düşük tutuluyormuş. Bununla birlikte 1912'de bu araçlara uluslararası bir sınıflandırma getiriymiş. Buna göre 1.100 cc'ye kadar motor hacmine sahip, maksimum 350 kg ağırlığa sahip olanlar "Büyük", 750 cc'ye kadar motor hacmi bulunup 150 kg ağırlığı olanlarsa "Küçük" boy olarak sınıflandırılmış. Araçlar genelde yan yana ya da arka arkaya iki kişinin oturabileceği şekilde tasarlanıyormuş. Hatta bazıları üç tekerlekliymiş, miş, miş... Amerikan “Sundolous SportStar”, ilk başta “ikiz Harley Davidson motoru”na sahipti. İki Harley motoru birleştirilmiş ve ortaya 4 silindirli, muhteşem sesli bir araç çıkmıştı.