Kış, kar, soğuk, buz, bedeni üşütür. Şu dünyada bir soba kenarı kadar nasibi olan yuvaların çocuğuydum ben. Sana koşarken üşür, üşürken düşer ve bir anne ile aynı çatı altında yanan bir sobada ısınırdım. Bir dede beyazlığında sakalları okşarken donmanın alevinden haberim yoktu. Bir ekim alacasında, bir ayın yirmi ikisinde, daha üzerine güneş doğmadan gitmemişti, annem. Dedem ve babaannem uzak kılıyordu bize ölümü. Ta ki sen bir Temmuz günü çatıma yağana kadar…
Saatler o günden sonra geriye saymaya başladılar. O günden sonra düşünür oldum ölümü. Düşünürken bir temmuz akşamı son karşı karşıya gelişimizdi annemle. Bir temmuz sabahı ayrılırken titredim. Bir ekim sabahı tabutunu kucaklayacağım ana kadar. Babam koca bir çınar olup sarınca bahçeyi, saatler geri koşmaya başladı. Sen ileri koşarken kariyer yolunda, ben son saate kadar çocukluğumu aradım sana düştüğüm okul yolunda.
Kış neyse de Temmuzun soğuğu geçmek bilmiyor. Annem gitti gideli sırtımın üşümesi geçmiyor. Sen çatıma yağdığın günden beri yüreğim buz tuttu.
" Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız
Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün" (Turgut Uyar)
Üşümek neyse o baştan beri vardı hayatımızda. Ben donmayı sen çatıma yağdığın gün öğrendim.