Icardi'den yine aynı şarkı: Aşkın olayım

Hafta başından beri Galatasaray maçını konu alan haberlerin pek çoğunda, "Sezonun ilk derbisi" ifadesi kullanıldığı için hatırlatmak istedim.

Trabzonspor'un ligde gerçekten fırtına gibi estiği ve peşpeşe şampiyonluklarla İstanbul takımlarının kabusu olduğu ve "Dördüncü Büyük" unvanını elde ettiği senelerden beri yaşadığımız bir tartışmadır. İstanbullu "Üç Büyükler"le Trabzonspor arasında oynanan karşılaşmalara "Derbi" denmesi doğru mu değil mi tartışması.

Hafta başından beri Galatasaray maçını konu alan haberlerin pek çoğunda, "Sezonun ilk derbisi" ifadesi kullanıldığı için hatırlatmak istedim. Bu vesileyle de "Derbi, aynı şehrin (büyük ya da küçük) takımları arasındaki maçlara denir" diye hatırlatıp, bu maça ve diğerlerine "Sezonun büyük/önemli maçlarından biri" demenin daha doğru olacağını, bunun (yani maçı Derbi olarak adlandırmamanın) Trabzonspor'un büyüklüğüne bir halel getirmeyeceğini vurgulayıp o notu düşelim önce.

Bir not da, Federasyon'un, maçları anlamsız biçimde 21.45'te başlatma kararı ile ilgili yazmalıyım. Hava sıcaklığıyla bağlantılı olduğu izlenimini veren bu karar, diğer yandan insanların uzak semtlere doğru gece yarısından sonra yola çıkmalarını beraberinde getiriyor.

Saat (mesela) 20.00 ile 21.45 arasındaki sıcaklık farkına hiç bakmaz mı insan? O kadar cefaya (yaklaşık) 1 santigrad derecelik sıcaklık farkı için değer mi diye düşünmeden edemiyorum.

Tamam... İstanbul'da Cuma ve Cumartesi geceleri metro sabaha kadar çalışıyor.

Peki ya yarın gece?

Masa başında aldığınız kararlara, masadan kalkmadan, şöyle bir geri dönüp baksanız ya beyler? Herkes sizler gibi lüks arabalarla, muhtemelen özel makam şoförlerinizle "evin kapısına teslim" gelip gitmiyor maçlara.

Maça dönelim artık...

Galatasaray ile Trabzonspor arasında, sahaya çıkmadan önceki en önemli fark, ev sahibi ekibin buraya kadar rakibine oranla çok daha fazla (Şampiyonlar Ligi ön elemeleri) "ciddi gerçek ve resmi maç" (İngilizce'de competitive game) oynamış olmasıydı. Bu, belki de kağıt üzerinde "çok daha iddialı transferler, hatta bütün takımlardan daha iddialı transferler" yapmış olmalarından da önemli bir fark.

Trabzon ise, transferde, asla yanlış anlaşılmasın ama, öyle "manşetleri zorlayacak" bir transfer yapmamış ve daha mütevazı koşullarda başlıyordu lige. İlk haftayı puan kaybı ile geçen Galatasaray, ilk hafta 3 puan almış rakibi önünde bu sefer mutlaka kazanmalıydı kendi evinde.

İlk 21 dakika karşılıklı ataklarla ve şuntalra geçilirken, akıllarda en çok kalan 3 pozisyonun 2'si Trabzon'dan geldi.

7'de Trezeguet'nin getirdiği topa Umut Bozok'un şutu, 8'de bu kez İcardi'ye atılan güzel topun, bu oyuncunun ayak ucunu sıyırıp boşa gitmesi, ve 15'te yine Trezeguet'nin Galatasaray kalesindeki güzel ama defanstan dönen şutu.

Ama, geçen sezonun flaş ismi ve bu sezonun kuşkusuz en önemli transferi sayılabilecek Mauro İcardi'nin sahneye çıkması çok gecikmedi.

23'ncü dakikada Trabzonspor defansının çıkarken acemice kaptırdığı topu Kerem akıllıca aldı ve koşusunu zaten zekice başlatmış olan İcardi'nin koşu yoluna atıverdi. Bu tür durumlarda "cezayı kesebilecek" üstün yeteneğe sahip Arjantinli de affetmedi.

Yeni adı Rams Park olan statta, Galatasaray tribünlerinin o "her maç söylemek istediği ve söylemeye bayıldığı" meşhur şarkı çınlamaya başladı:

"Aşkın Olayım..."

Kerem Aktürkoğlu - Mauro İcardi ikilisi geçen sezon olduğu gibi, bu sezon da rakip ceza sahalarına doğru hep yüksek viteste koşarken yine böyle çok "canlar yakabilecek" hazırlıkta olduklarını gösterdi.

Durum 1-0 olduktan sonra Trabzon ekibinin biraz daha canlanışına tanık olduk Rams Park'ta. Ama bu seviyede bu kadar acemice bir hatayla geriye düşmek hele ki rakip taraftarın baskısı altında bu duruma düşmek, her takımın "ayaklarına ve dahi beyinlerine ekstra ağırlık" bindirir. Zaten maça kağıt üzerinde favori başlayan Galatasaray, pozisyon sayısında olmasa bile moral üstünlüğü, golle çoktan ele geçirmişti. Ama bu moral üstünlük, neden ilk yarının son 10 dakikasında Galatasaray tarafından peşpeşe ısrarlı faullerle gölgelendi? Anlayamadık...

İstatistiklere baktığımızda her türlü, (Pas, isabetli pas, şut, orta, topla oynama, rakip ceza sahasında topla buluşma), rakibine oranla önde olan Galatasaray, 45'nci dakika itibarıyla faullerde de 14/2 öndeydi. Biraz anlamlı değil mi?

İkinci yarının ilk 10 dakikasında da, Trezeguet'nin de sakatlanıp çıkmasına yolaçan gereksiz sertliklerle geçen ve oyunun sıkça durmasına, dolayısıyla büyük ölçüde "gazının kaçmasına" tanık olduğumuz bir maç izledik. Galatasaray sanki skoru korumaya (bu dakikalarda, hem de kendi sahanda 1-0'ı korumak?) yönelik bir anlayışa mı girmişti?

Bunu da çözemedik.

Ya Trabzon? Karadeniz'den elip İstanbul'ın sıcağına ve nemine de mi teslim oluyorlardı? Onu da anlayamadık.

Ama "Ligin ilk büyük kapışmasına" yakışmayacak seviyede bir maç izlediğimiz kesin.

63'ncü dakikada Trabzon ceha sahası içinde Denswil - Mertens mücadelesinde Galatasaray lehine bir penaltı var mıydı? Hakem Atilla Karaoğlan, VAR ile temas kurduktan sonra "yok" dedi... Doğru karardı. Penaltıyı verse çok "zorlama" olurdu.

65'te soldan gelen topa sağ çaprazdan sıfıra yakın bir yerden Galatasaraylı Sergio Oliveira'nın şutunu çizgide tamamlayan Lucas Torreira net biçimde ofsayttaydı ve gol geçerli sayılmadı.

Bu saman alevi pozisyonların haricinde, havanın sıcaklığı ve nemine ek bir "ağırlık" vardı maçta. İlle de bir gol gerekiyordu iki taraftan birinden.

Hani vardır ya öyle anlar. "Topla file buluşsun da, hangi tarafta olursa olsun" dediğiniz. Öyle bir durum.

Tabii ki "Bize göre hava hoş"tu. Ne sarı-kırmızı, ne de bordo-maviliyiz.

Ama insan tarafsız seyirci de olsa, basın tribününde spor yazarı da olsa, tribünde taraftar da olsa, maçları bir tek şey için heyecanla izliyor: Gol.

Gerisi kezmez bizi.

Okan Buruk'un, ikinci yarıda Barış Alper'in yerine Yunus Akgün'ü alma hamlesi de çok fazla bir şey değiştirmedi.

Trabzonspor'da Bardhi, Larsen ve Abdülkadir'in tempolu koşuları ise, yine etkisiz kalıyordu. Maç yine gereksiz sertliklerle sık sık kesiliyordu.

77'nci dakikada Galatasaray'ın 16 faulü Trabzonsor'un 6 faulü olduğu yazıyordu istatistk tabelasında...

85'te Galatasaray'ın sarı kart sayısı 4'tü.. Kaleci Muslera dahil.

İleride Mauro İcardi sürekli arkadaşlarından top isterken, sanki bir yandan da "Bırakın abuk faulleri, etkili pas yapın da topu bana aktarın" der gibiydi.

80'inci dakikada, her iki kulübe de, son kozlarını sahaya sürme hamlesi yapmaya hazırlandılar.

Trabzonspor Denswil ve Kourbelis'in yerine Baniya ve Doğucan

Galatasaray da Mertens'in yerine Kerem Demirbay'ı, Kerem Aktürkoğlu'nun yerine Bakambu'yu alarak oyuna "renk ve tempo" getirmeye çalışır gibiydi.

Öyle ilginç bir maç izledik ki, her iki kalede de "pozisyon ya da yarı pozisyon" diyebileceğimiz "hadiseler" de hep "saman alevi" niteliğindeydi. Tribünler "anlık" ayağa kalkıyor ama yine de futboldan hoşnut değil kimse.

87'de sağ çaprazdan Galatasaray ceza sahasına yakın mesafeden Bakasetas'ın kullandığı frikik organizasyonunda Enis Destan'ın kaleyi bulan cılız kafa şutu, Muslera'nın ellerinde eridi. Bu, konuk takımın yakaladığı ender ama "harcanmış" fırsatlardan biriydi.

4'ncü hakem maçın 10 dakika uzatmayı gösteren tabelayı kaldırdığında hemen herkes, "Bu sıkıntılı maça 10 dakika daha mı tahammül edecğeiz?" derken, Galatasaraylılar "Bitse de 3 puanı alıp, metroya yetişip gitsek" derdindeydi.

Anlayacağınız, o derece baydılar yani.

93'üncü dakika geldiğinde, herkes bu baygınlıktan uyandı.

Sağdan gelen uzun topa kafasını harika uzatan İcardi, topu doksana takınca, o dakikaya kadar beklediğine değdi tribünlerin.

2-0'da yine aynı şarkı çalıyordu:

"Yangın Şeri

Buralar Sayende

Yok Şikayet

Gel Bir Sarayım

Aşkın Olayım..."

Ama maçın genel bir toplamını aldığınızda, İcardi'yi çıkarırsan, ikinci maçlarını oynayan her iki takım da tam hazır olmadıklarını gösteriyordu.

E o zaman, bunca para? Bunca umut?

Cimbom 3 puanı aldı ama, takıma daha çok ders çalıştırması lazım Okan Buruk'un.

Bir tek İcardi, evde dinlenebilir.

Dersi kırabilir.

Onun hakkı...

Yazarlar Haberleri