Hürriyet'ten Hakan Gence konuşan Damla Sönmez, "Şimdilerde mükemmeliyetçiliğimi törpülemeye çabalıyorum. Sabırsızlığımdan biraz kurtulmayı deniyorum" dedi.
Hakan Gence'ye röportaj veren Sönmez'in açıklamaları şöyle:
İsminin başına konan ‘ödüllü oyuncu’ sıfatını en çok hak edenlerdensin... ‘Altın Koza’, ‘Altın Portakal’, ‘SİYAD’, ‘Londra Film Haftası’... Hayatı genç yaştan itibaren ödül ağırlığıyla yaşamak nasıl bir şey?
İlk ‘Altın Portakal’ aldığımda 22 yaşındaydım. Festivale gittim, ödülümü teslim ettiler. Okulda vize haftasındaydım. Ertesi gün okula dönüp sınavlarıma girdim.
KENDİMİ ÖZGÜR BIRAKTIM
Sürreel değil mi?
Tam sürreel bir durum. O ödül de bu işin son noktası olacakmış gibi gelmişti ama öyle değil, hayat devam ediyor. Bir projede ödül aldınız diye bütün ödülleri siz alacaksınız diye bir şey de yok. Ama soruna dönersek, bir ara kendimden beklentimin yükseldiğini fark ettim. İçime kapandım. Sonra kendime “Oynamayı seviyorsun, oyuna devam et” dedim, kendimi özgür bıraktım. Zaten bir filmi de ödül alacak diye çekemez ve bu şekilde ona dahil olamazsın. Festivallerin temasını, filmleri, jürileri bilmiyorsun... Ben normal işimi yapmaya devam ediyorum.
St. Joseph mezunusun. Ardından Sorbonne Üniversitesi’ni kazanmışsın. Ama dünyanın en iyi okullarından birini bir sene sonra bırakıp Türkiye’ye geri dönmüşsün. Hep böyle tutkularının peşinden dilediğince giden biri mi oldun?
İş olarak evet. Hep istediğim, tutku duyduğum işlerde oldum. Ama okula dönersek... Ben aslında Nice’te bir okulda oyunculuk okuyacaktım. Herkes “Sorbonne yaz ilk tercihine, nasıl olsa kazanamazsın” dedi. Yazdım.
TAM BİR EV İNSANIYIM
Ve bingo! Kazandın...
Aynen. Mülakata girdim ve kazandım. Ne ailem, ne arkadaşlarım “Gitmek istiyor musun” bile demedi. Ben bir anda Sorbonne’lu oldum. Orada dramaturji okuyacaktım. Oysa ben oyunculuk istiyordum ve geri dönüp burada okumaya karar verdim.
Yıllardır oyunculuk yapıyorsun. Bu hayatta en çok neyin özlemini duyuyorsun?
Düzenli bir hayat.
Senin mesleğin için bu ütopik bir hayal değil mi?
Çok zor. Oysa ben tam bir ev insanıyım. Yemek yapayım, Film izleyeyim, arkadaşlarım gelsin... 23.00 gibi uyuyup sabah 6.00’da kalkayım. Giresun’da ‘Sibel’ filmini çekerken sabaha karşı 4.00’te kalkıyorduk. Gündoğumunda çekim yapıyorduk. Hayatımda kendimi daha iyi hissettiğim başka bir dönem yoktu.
Zaten sakin duruyorsun. Bu söylediklerinden sonra tam da bir ev kuşu gibi oldun. Uçların yok mu?
Duyguları uçlarda yaşayabiliyorum. Kimseyi etkilemeyecek bir şey beni üç gün yatağa yatırabiliyor. Bazen de en ufacık şeylerden çok mutlu oluyorum, etrafımdakiler “Abartma” diyor.
Aşkta uçlarda mısın?
Aşk çiçeğe, böceğe de olabilir (gülüyor)... Aşk uçlarda yaşanan değil, uçlarda olan bir şey ve sevgiye döndüğünde güzel bence.
Şimdi âşık mısın?
Hayata âşığım, arkadaşlarıma âşığım (gülüyor)... Zorlama, bu sorulara cevap vermeyeceğim!
OYNADIĞIM KARAKTERİ KORUMAK ZORUNDA KALDIĞIM ZAMANLAR OLDU
Şu an hayatta nelere dair şikâyetin var?
Kadına ve çocuklara şiddet, taciz, tecavüzü anlamıyorum, anlamak istemiyorum. Bunları reddediyorum.
Show TV’deki dizin ‘Aziz’ 1930’larda geçiyor ve orada da şiddeti görüyoruz. Üzerinden 80-90 yıl geçmiş ama hâlâ bunu konuşuyoruz. Sence bu ne zaman değişir?
Çok uzun yıllar, eğitimle değiştirilebilecek bir şey. Tamamen güçle alakalı. Bu da daha mutlu, eğitimli, psikolojik yönden daha rahat yaşayan toplumlarla olabilir. Mutsuz olan insanlar, mutsuz çocuklar yetiştirdiklerinde onlar da bir şekilde psikolojik sorunları olan yetişkinlere dönüşüyor. Bunun değişmesini istiyorum. Bu yasalarla değişecektir. İstanbul Sözleşmesi de çok önemli.
16 yaşında oyunculuğa başladın. 18 yıldır da oynuyorsun. Mesleğinde kadın olduğun için bastırıldığın şeyler oldu mu?
Bir senaryoda erkeğin başına bir şey geldiğinde onu mağdur, kadının başına geldiğinde onu suçlu gösteren şeylerden rahatsızlık duydum hep. Mesela bir erkek karakter alkolikse onun çektiği acılardan bahsediyor, kadın karakter alkolikse ve hele bir de çocuğu varsa, “Anne alkolik olmaz” diyoruz. Oysa kadınların başına gelen bu olaylar belli yaşanmışlıklardan kaynaklanıyor. Böyle bir kadın karakter yaratmamak pozitif bir ayrım gibi görünürken aslında kadının hikâyesini reddediyor ve kadının başına bunların gelebileceğini, bunlarla baş etmeye çalışırken yanlış bir yol tutturmuş olabileceği gerçeğini atlıyoruz. Bu tip konularda hikâyeler açısından çok savaş verdim. Senaristten, yapımcıdan daha çok kendi oynadığım karakteri korumak zorunda kaldığım zamanlar oldu.