Nutuk’ta 30 Ağustos zaferi

Nutuk’ta 30 Ağustos zaferi

Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Yunan Ordusu’na son darbeyi vurmadan önce yapılan hazırlıkları ve Büyük Taarruz’u anlatır

Büyük Taarruz Kararı

“Hakikatte ordumuz, ihtiyaçlarını ve noksanlarını tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim.

Bu kararımdan, Cephe Kumandanı ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve Müdafaa-i Milliye Vekili, yalnız bunlar haberdar bulunuyorlardı. Arz ettiğim tarihlerde, İzmit-Adapazarı istikametinde bir seya­hat vesilesiyle hareket ettiğim zaman, Ankara'da Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleriyle görüştükten sonra, o zaman Müdafaa-i Milliye Vekili bulunan Kâzım Paşa Hazretleri'ni Şarköy istasyonuna kadar beraber götürerek, oraya davet ettiğim Cephe Kumandanı İsmet Paşa Hazretleriyle birlikte taarruz için hazırlıkların süratle tamamlanması hakkında kararlar aldık.

Efendiler, artık Büyük Taarruz'dan bahsetmek zamanı geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu, büyük ve kuvvetli bir grupla Afyon Karahisar-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Diğer kuvvet­li bir grubuyla da Eskişehir mıntıkasında idi. Bu iki grup arasında yedekler vardı. Sağ cenahını, Menderes havalisinde bulundurduğu kuvvetlerle, ve sol cenahını da İznik Gölü kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle muhafaza ediyor­du. Denilebilir ki, düşman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzuyordu.

Düşman ordusu teşkilatı, üç kolordu ve bazı bağımsız kıtalar hâlinde idi. Üç kolordusu on iki fırkadan meydana gelmekte ve bağımsız kıtalar ayrıca üç fır­kaya ulaşmakta idi. Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu hâlinde teş­kil etmiş ve düzenlemiş idik. Bundan başka, doğruda doğruya cepheye bağlı teşkilatımız da vardı. Bizim bütün kıtalarımız on sekiz fırka teşkil ediyordu. Bundan başka üç fırkalı bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcudu ayrıca iki süvari fırkamız vardı. Teşkilatı muhtelif olan düşman iki ordu mukayese edilirse, iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri yaklaşık yekdiğerine denk bulunu­yordu. Yalnız Yunan ordusunun makineli tüfek , top, tayyare, nakliye vasıtaları, cephane ve fennî malzeme bakımından, dünyanın serbest ve kendisini destek­leyen sanayiine dayanması itibarıyla, özel üstünlüğü vardı. Diğer taraftan, bi­zim ordumuz süvari miktarı itibariyle üstünlüğe sahip bulunuyordu.

ORDUNUN DİSİPLİNİNİ BOZANLAR

Burada, sırası gelmişken bir noktayı kaydetmeliyim. Ordularımızdan birinin, 2'inci Ordu'nun Kumandanı bugün Askerî Şura üyelerinden olan Şevki Paşa Hazretleri idi. 1'inci Ordumuzun komutasını Malta'dan gelmiş olan İhsan Paşa'ya vermiştik. İhsan Paşa'nın kendisini Divan-ı Harbe kadar götüren yersiz ve davranışlarından dolayı, ordu kumandanlığından uzaklaştırılması lâzım geldi.

Haki­katen, Ali İhsan Paşa, ordunun disiplinini ve genel idaresini çıkmaz bir yola düşürecek surette bir hareket hattı takip etti. Mesela, ordusunda ast kuman­danları üst kumandanlara itaatsizliğe sevk edecek vaziyetler meydana getirdi.

Mesela, ambarlarının mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek, genel iaşe buhranı hüküm sürdüğü bir sırada ansızın ambar­larının mevcudu kalmadığını ve açlık tehlikesi bulunduğunu bildirdi.

Ast kumandanları, üstlerine karşı itaatsizliğe ve görevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme gibi tutumları yanında, ordunun itaat ve vazife hissiyle oynayacak kadar entri­kaya meyilli olduğu kanaatini hâsıl ettirdi.

En küçük kademeye kadar bütün ordusuna, ehemmiyetli ehemmiyetsiz her işin ve her kararın ancak kendi tarafından verilebileceğini telkin ederek, bütün ordusunda yalnız kendisinin sahibi kudret olduğunu zannettirmek. Bü­yüklerinden üstün olduğunu herkese ispat etmek endişesinde bulunmak. Bü­yüklerinin gerek resmî iş ve gerek özel hareket hattı bakımından itibarlarının düşkün olmasını araştırmak. Muharebe açısından tedbirde isabet ve sinirde sağlamlık yönleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu: Herhangi bir başarısızlığı mutlaka astına veya üstüne yükleme yolunu her zaman düşünmesi. İhsan Paşa, yumuşak ve nazik davranışlardan çok, sert ve resmî davranışla iş yaptırmayı lüzumlu gösterir.

Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberleşmelerde bulunuyordu. Kendisinin kumandanlığına nihayet verilerek hakkında kanunî muameleye devam edilmek üzere Müdafaa-i Milliye Vekâle­ti emrine verilmesini uygun gördüğüm 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Reisi bu­lunan Rauf Bey'den İhsan Paşa ile alakayı gösterir makine başında bir şifre telgraf almıştım. Yeri gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı, İzmit taraflarında gezide bulunuyordum. Rauf Bey telgrafında diyordu ki: "1'inci Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa'nın görevden alınarak Divan-ı Harbe verilmek üzere Konya'ya gönderildiğine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardır…."

MUHAREBE STRATEJİSİ

Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilat durumu ile, ona karşı Batı Cephesindeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu hâlinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz planımızın ana çizgilerini arz edeyim:

Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz vaziyet, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Düşmanın en hassas ve mühim noktası orası idi. Seri ve kati netice al­mak, düşmanı bu kanattan vurmakla mümkündü.

Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa, bu bakımdan bizzat Iüzumu gibi incelemeler yapmışlardı. Hare­ket ve taarruz planımız çok evvel tespit edilmişti.

Konya'ya gelmiş olan General Townshend'in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargahı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Savaş planı üzerinde görüşürken Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin de katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuz'da Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Akşehir'e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plan gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustos'a kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı kararlaştırdık.

28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra icra ettirilen bir futbol müsabakasını seyretmek vesilesiyle ordu kumandanları ve bazı kolordu kumandanları Akşehir'e davet edildi. 28/29 Temmuz gecesi kumandanlarla genel bir tarzda taarruz hakkında fikir alışverişinde bulundum. 30 Temmuz 1922 günü Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve Batı Cephesi Kumandanı'yla tekrar görüşerek ta­arruzun tarz ve teferruatını tespit ettik. Ankara'dan davet ettiğimiz Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa da 1 Ağustos 1922 öğleden sonra Akşehir'e var­dı. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne ait olan hususlar tespit olundu.

DÜŞMANI YANILTMA HAREKETİ

Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Batı Cephesi Kumandanı, 6 Ağustos 1922'de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve Müdafaa-i Milliye Vekili Paşalar da Ankara'ya döndüler.

Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden evvel, Ankara'da yapılması gereken bazı işler vardı. Henüz Heyet-i Vekile'yi (Bakanlar Kurulu’nu) taarruz emri verdiğimden tamamen haberdar etmemiştim. Artık onları resmen haber­dar etmek zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda dâhilî, haricî ve askerî vaziyeti müzakere ve münakaşa ettikten sonra, taarruz hususunda Heyet-i Vekile ile mutabık kaldık.

Diğer bir mesele de mühimdi. Muhalifler, ordunun çürüdüğünden, kıpır­dayacak hâlde olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin felâketle neticeleneceğinden ibaret propagandalara alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis'te bu anlayış cereyanının yaptığı yankılar, zaten düşmanlardan çok gizlemek istediğim harekât bakımından faydalı idi. Fakat bu olumsuz propaganda, en yakın ve en inanmış zevat üzerinde dahi kötü tesire başlamış, onlarda da tereddütler uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz hakkında ve altı yedi günde düşman ana kuvvetlerini mağlup edeceğime da­ir olan itimadım hususunda aydınlatmayı ve teskin etmeyi lüzumlu gördüm. Bunu da yaptıktan sonra Ankara'yı terk ettim. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) benden evvel 13 Ağustos 1 922'de cepheye gitmişti.

Ben, birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi pek sınırlı sayıda birkaç zattan başka bütün Ankara'dan gizledim. Benim kaybolacağımı bilenler, bu­rada imişim gibi davranacaklardı. Hatta benim Çankaya'da çay ziyafeti ver­diğimi de gazetelerle ilan edeceklerdi. Bunu bittabi o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobil ile Tuz Gölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi orada kimseye telgrafla bildirmediğim gibi, Konya'ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya'da bulun­duğumun da hiçbir tarafa bildirilmemesini temin ettim.

26 AĞUSTOS 1922 TAARRUZ EMRİ

20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00'da Batı Cephesi Karargahı'nda yani Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz için Cephe Kumadanı’na emir verdim.

20/21 Ağustos 1922 gecesi 1'inci ve 2'inci Ordu Kumandanlarını da Cephe Karargahına çağırdım. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ile Cephe Kumandanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra Cephe Kumandanı'na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Kumandanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz mıntıkasında yolların ıslahı vesaire gibi faaliyetlerle düşmanın nazarı dikkatini çekmemek için, diğer bazı mıntıkalar­da da aynı suretle sahte faaliyetlerde bulunulacaktı.

24 Ağustos 1922'de karargâhlarımızı Akşehir'den taarruz cephesi gerisin­deki Şuhut kasabasına naklettirdik. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan mu­harebeyi idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısında çadırlı ordugâha nak­lettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30 da topçu ateşimizle taarruz başladı.

BAŞKUMANDAN MUHAREBESİ

Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük.

Mağlup olan düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık. 30 Ağustos'ta icra ettiğimiz muharebe neticesinde (Buna Başkumandan Muharebesi unvanı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini imha ve esir ettik. Düşman ordusu başkumandan­lığını yapan General Trikopis de esirler arasına dâhil oldu. Demek ki, tasav­vur ettiğimiz kati netice beş günde alınmış oldu.

31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir genel istika­metinde hareket ederken, diğer kısımlarıyla da düşmanın Eskişehir ve kuze­yinde bulunan kuvvetlerini mağlup etmek üzere hareket ediyorlardı.

Efendiler, Başkumandan Muharebesi'nin neticesine kadar her gün büyük muvafakiyetlerle gelişen taarruzumuzu resmî tebliğlerde gayet ehemmiyetsiz harekattan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, vaziyeti mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü, düş­man ordusunu tamamen imha edeceğimizden emin idik. Bunu anlayıp, düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan ver­memeyi münasip görmüş idik. Hakikaten, bizim hareketimizi hissettikleri za­man ve taarruzumuzu müteakip müracaatlar vaki olmuştur.

Biz­zat ba­na ve­ri­len bir tel­siz telg­raf­ta da, İz­mir’de­ki İti­lâf Dev­let­le­ri kon­so­los­la­rı­na be­nim­le müzakerelerde bu­lun­mak sa­la­hi­ye­ti­ni ver­dik­le­rin­den, han­gi gün ve ne­re­de görüşebileceğim so­ru­lu­yor­du. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1 922'de Nif’te! görüşebileceğimizi bildirmiştim. Hakikaten dediğim günde ben Nif’te bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz'e varmış bulunuyorlardı.

Muhterem efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıç ar­tıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekatımızı izah ve vasıflandırmak için söz söylemeyi lüzumsuz sayarım.

Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylar ve ku­manda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tes­pit eden muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abi­desidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başku­mandanı olduğumdan, ilelebet mesut ve bahtiyarım.”