Doç. Dr. Servet Hali: Unutmanın ihanet olduğu bir bilimin adıdır tarih

Doç. Dr. Servet Hali: Unutmanın ihanet olduğu bir bilimin adıdır tarih

İYİ Parti Kurucular Kurulu Üyesi ve İYİ Parti Türk Dünyası Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Servet Hali, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimine ilişkin, "Ölüm Yolculuğu” olarak bilinen Kırım sürgününde olduğu gibi Sovyet Rusya’nın kendi politik anlayışına uygun bulmadığı toplumlara yönelik olarak uyguladığı “Zorunlu Göç ve Sürgün politikaları” tarih boyunca, Rus yayılmacılığının en etkili yöntemlerinden biri olmuştur" dedi.

İYİ Parti Kurucular Kurulu Üyesi ve İYİ Parti Türk Dünyası Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Servet Hali''nin açıklaması şöyle:

"Karadeniz''in kuzeyinde büyük bir yarım ada olan Kırım jeopolitiği nedeniyle tarih boyunca bölgede büyük önem arz etmiştir. Altınordu devletinin yıkılmasının ardından 1475’te Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı Devleti’nin Kırım sahillerini hâkimiyet altına almasından sonra Kırım, 1783 senesine kadar yaklaşık 300 sene Osmanlı himayesi altında kalmış, fakat farklı bir statü ile Kırım Hanlığı tarafından yönetilmiştir. Bu hanlık kültürel bağlar nedeniyle Osmanlı Devletindeki en ayrıcalıklı eyaletti. Ancak yayılmacı bir politikaya sahip olan Ruslar için Kırım çok önemliydi. Sıcak denizlere inme politikalarının ve Karadeniz’de hâkimiyet sağlamalarının ilk ve en önemli adımıydı Kırım’dı almak. 18. Yy başından itibaren sıcak denizlere inme politikası gereği Kırım Hanlığına göz diken Rusya önce içerden kışkırtarak Kırım’ın Osmanlı’dan ayrılmasını sağladı. Ardından Kırım Hanlığına Rus yanlısı bazı hanlarının gelmesini sağlayarak Kırım’ın ilhakını kolaylaştırmaya çalışmıştır. Nitekim 1792 Yaş Antlaşmasıyla Kırım ne yazık ki Rusların hâkimiyetine girdi. Bu durum Osmanlı Devletinin Karadeniz hâkimiyetine çok ağır bir darbe oldu. Rus yanlısı politika izleyen Kırım hanlarının bu yanlış siyasetleri sonucu Ruslar bu tarihlerden sonra binlerce masum Kırım Türkünü katletti. Bu katliamlar bölgede Kırım nüfusunun azaltılması ve demografik yapının Rusya lehine bozulması maksadıyla planlanan Rus siyasetinin bir parçasıydı ve yıllar boyunca devam etti. 1944’te katil Stalin tarafından yapılan büyük sürgün ve katliamda bu politikanın devamı idi. Nazilerle iş birliği yaptıkları gerekçesiyle uluslararası hukuk ve insan hakları ilkeleri yok sayılarak Kırım halkı Sibirya’ya zorunlu göç ettirildi. Bu göç sırasında ve sonrasında resmi rakamlara göre 150000’in üzerinde Kırım Türk’ü yaşamını yitirdi.

Mayıs 1944 yılında top yekûn vatanlarından sürülen ve eşsiz bir mücadeleyle yeniden Kırım’a dönmeyi başaran Kırım Tatarları 1991’de döndüklerinde ise kendi topraklarında azınlık durumuna düşürülmüşlerdi. Kırım’da Çarlık yönetimi boyunca yer isimleri değiştirilmiş, Rusya’nın farklı coğrafyalarından getirilen Rus-Slav yerleşimciler sebebiyle Kırım halkı zor durumda bırakılmış, toprakları ellerinden alınarak Slav yerleşimcilere verilmiş, medreseleri kapatılarak eğitim hakları ellerinden alınmış, dinî eğitimde kullanılan metotlar değiştirilerek en ilkel eğitim metotları zorla benimsetilmiştir. Arazilerine el konularak sosyal hizmetlerden mahrum bırakılmış, Türkçe yasaklanmış, cami, kütüphane gibi dinî ve kültürel yapılar yıktırılarak inanç hürriyeti yok edilmiş, toplumun gelenek-göreneklerini uygulaması engellenmiş, esnaf ve sanatkârlar sürdürülen ekonomik politikalar neticesinde zor durumda bırakılmış, kısacası bir millet yok edilmeye çalışılmıştır.

“Ölüm Yolculuğu” olarak bilinen Kırım sürgününde olduğu gibi Sovyet Rusya’nın kendi politik anlayışına uygun bulmadığı toplumlara yönelik olarak uyguladığı “Zorunlu Göç ve Sürgün politikaları” tarih boyunca, Rus yayılmacılığının en etkili yöntemlerinden biri olmuştur. Stratejik bölgelerde Rus olmayan unsurlara karşı duyulan güvensizlik, birçok halkın sürülmesine neden olmuştur. Tatarların, Çerkezlerin ve Abazaların sürgünü, bu politika doğrultusunda şekillenen Rus yayılmacılığının getirdiği sürgünlere önemli bir örnektir.

Kırım halkı da dâhil olmak üzere Sovyetler Birliği sınırları içerisindeki tüm etnik unsurlara hayatı zindan eden Stalin’in 1953 yılında ölümünden sonra Kruşçev döneminde, ‘de-Stalinizasyon’ politikası başlatılmış, bu kapsamda yıllardır devam eden katı uygulamalarda nispeten iyileştirilmeye gidilmiş, önceki dönemin bütün suçu Stalin’e yüklenerek bir anlamda günah çıkartılmaya çalışılmıştır. Çarlık Rusya ve Sovyet döneminde Moskova’ya bağlı olan Kırım 1954’ te Kruşçev tarafından Ukrayna’ya bağlanmıştır. 1990’lara gelindiği ve Sovyetlerin yıkıldığı günden beri, Kırım’ı yeniden işgal etmenin Rusya’nın aklındaki fikir olduğunu görüyoruz. 2000’li yıllarda Kırım''da Rusya yanlısı güçler yeniden canlanmaya başlayıp, Turuncu Devrim ile Rusya’nın niyetleri iyice belirginleşmeye başlamış ve 2013’de Ukrayna''daki muhalif eylemleri fırsat bilerek işgal göz göre göre adeta tesis edilmiştir. Bunun ardından tarihi emeli ve nihai hedefi Kırım’daki Türk varlığına son vermek olan Rusya, 2013 yılında Ukrayna''da başlayan bölgesel kriz, Rusya''nın Kırım''ı ilhak etmesiyle uluslararası bir krize dönüşmüştür. Ukrayna-Kırım merkezli son dönemde Karadeniz jeopolitiği bağlamında yaşanan olaylar günümüzde yaşanan bu olayların başlangıcını oluşturmuştur. Bu kriz ve yaşanan sürecin iyi takip edilmesi Türkiye’nin bölge konusunda daha aktif bir rol oynaması ve Rusya’ya yönelik caydırıcı politikaların izlenmesi gerektiğini bugün açıkça göstermiştir.

"Renkli Devrim" döneminde, ilk olarak 2003 yılında Gürcistan’da patlak veren 2004 yılında Ukrayna''da devem eden devrim süreci, Rusya ile Batı arasında ciddi bir başarısızlık ve hatta siyasi istikrarsızlık durumuna yol açmıştır. Kırım''da referandumun "tek kutuplu dünyanın sonu" olduğunu iddia eden Rusya kaynaklı açıklamalar, Mart 2014''ten sonra farklı bir dünyadan bahsedileceğini ancak değişmeyen tek gerçeğin insanlığın utanç duyacağı vahşet tablolarının ve zulmün devam ediyor olacağıdır. Bugün Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaş durumu bize bunu açıkça göstermektedir.

Olayların bu hale gelmesinde politik değişmeyen uygulamaların yine değişmeyen sonuçlar doğuracağının politik mercilerce gözardı edilmesinden kaynaklı yani “unutmanın ihanet olduğu tarihin unutulmasından” kaynaklanmaktadır. Meselenin altında Rusya’nın klasik nüfus ve nüfuz politikası yatmaktadır. Nüfuzunu arttırmak istediği ülkenin başına kendisine yakın yöneticileri atayarak veya soykırımda dahil olmak üzere siyasi emelleri için her yolu mübah görmesinden kaynaklanan, bugün hem Ukrayna hem de Türk Cumhuriyetlerinde etkin güç olma çalışması yatmaktadır.

Bu yaşananlardan Türkiye olarak hissemize düşen ise bağımsızlıklarını kazandıkları günden buyana liderliğini yürütmemiz gereken ancak kendi iç siyasetimize dalıp Milli bir Dış politika belirleyememişliğimizin farkına varıp ki “geç de olsa” bugünden tezi yok Türk Cumhuriyetleri ile işbirliğimizi ticari, siyasi, sosyo-kültürel ve milli hassasiyetlerle güçlendirmektir. Ayrıca aynı ehemmiyette yanı başımızda yaşanan Suriye iç savaşı sonucunda ülkemize akın akın gelen göçe artık bir son verecek diplomatik çözüm kanalları oluşturmaya çalışmak ve ülkemize gelen sığınmacılara geri dönebilmeleri için yolu açmaktır. Bugün ülkesinde yaşanan savaş sonucu mağduriyetinden dolayı kucak açtığımız bu kalabalık kitlelerin bazı illerimizde yoğunlaşması ve nüfus artış hızına bakarak gelecekte yaşayacağımız olası tehlike ve tehditlere şimdiden ön almak gerekir. Türkiye’yi günübirlik politik kazanç ve kaygılarla gelecekte içerde ve dışarda çözümü mümkün olmayan buhranlara sokmaya hiçbir iradenin hakkı yoktur."