Prof. Dr. Esergül Balcı'nın "Dilimizdeki Yozlaştırılma" başlıklı yazısı şöyle:
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün Türkiye Türkçesi anabilim dalı mezunu ve on sene edebiyat öğretmenliği yapmış birisi olarak (daha sonra eğitim bilimleri alanına yöneldim), Güzel Türkçemizdeki yozlaştırılmaya, daha fazla sessiz kalamadım. Bu yazıyı, üniversite öğretim üyesi olan bir öğrencimin, bir öğrencisinden söz ederken, “kadın öğrencim” demesinden esinlenerek, yazma gereği duydum. Böylece, biraz da Corona virüsü sendromundan uzaklaşmış oluruz, diye düşündüm.
Bilindiği gibi, millet olmanın en belirgin niteliklerinden biri dildir. Milli duygu ile dil arasında güçlü bir bağ vardır ve dilin gücü ile zenginliği milli duygunun gelişmesinde önemli bir etkendir. Eğer bir ülkeyi bölmek, yok etmek, birbirlerini anlamaz hale getirmek istiyorsan işe dilinden başlayacaksın. Dillerini kaybeden milletler, milli bilinçlerini de kaybederler. Ülkemiz için de yapılan budur. Milli bilincimizin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için gerekli çabaları göstermeli, Türkçemize sahip çıkmalıyız. TV programlarında dilimizi yanlış kullanan spikerler, gazeteciler, bilim insanları, öğretmenler, politikacılar, konuşmacılar. Tabii burada dili iyi kullananları ayrı tutuyorum.
Ahmet Hamdi Tanpınar “Dil, insanlığın kendisidir ve zihin hayatımız onunla vardır” derken, Ziya Gökalp “Türklüğün vicdanı bir, dini bir, imanı bir; fakat hepsi ayrılır, olmazsa lisanı bir” demiştir. Friedrich Schiller “Dil bir ulusun aynasıdır, bu aynaya baktığımız zaman, orada kendimizin en gerçek yankısını buluruz” demiştir.
Oysa Güzel Türkçemiz, İngilizceden çeviri Türkçe furyası içine girmiş durumda. Bizim çocukluğumuzda “havaalanı” vardı “havalimanı” değil. İngilizce “Airport” aynen çevrilerek, “havalimanı” olmuş. Oysa Türk Dil mantığına göre, kuş, uçak vb. uçan cisimler yere konar veya iner. Limana yanaşmaz. Limana ancak gemi yanaşır. “At bindim” denmeye başlandı. Halbuki bunun doğrusu, “ata bindim” şeklindedir. Oradaki -a eki yer bildirir ve atın sırtına binmeyi ifade eder. Bir de “at bin!” ifadesi vardır ki, bu askeri dilde emir olarak ifade edilir. Birincisi, birinci tekil şahıs, ikincisi üçüncü tekil şahıs ve emir kipidir. İngilizce Türkçe ile emir kipi karıştırılarak, yanlış Türkçe doğru Türkçeye dönüştürülmüştür. Üstelik bazen ben bile “gala-ı meşhur” denen genel yanlışa düşebiliyorum, çok dikkat etmeme rağmen.
Bir de “tüketmek” furyası var. Su tüketmek, yemek tüketmek vb. Oysa yemek yenir, su içilir. Tüketim toplumunda her türlü isim tüketmek fiili ile kullanılır oldu. Evde meyve bitti veya kalmamış derken, meyve tükendi diyoruz. “Ben yorgunluktan tükendim”, “bu adam beni tüketti” şeklinde daha çok manevi anlamda “tüketmek” fiilini kullanırken, artık her çeşit fiil yerine kullanır olduk. Böylece “tüketmek” fiili subliminal etkilerle, iliklerimize kadar işledi. Tabii bu bağlamda ilişkileri ve birbirimizi de tüketir olduk, küreselleşmenin ve tüketim ekonomisinin sonucu olarak.
“Kadın” kelimesine ne demeli? Üniversite öğrencisi genç dişilere (kızlara) artık “kadın” der olduk. Oysa başka dillerde de evlenmemiş ve ergen olan dişi insana “kız” denir. Bu sadece Türkçede değil, İngilizce, Fransızca, Rusça gibi dillerde de böyledir. Tabii kendi dil mantıkları içinde. Örneğin bir baba yirmi yaşındaki bekar öğrenci kızından söz ederken “benim kızım” mı diyecek yoksa “benim kadınım” mı? Protest yaklaşımlarla, “kız” kelimesini niye yok ederek, dilimizin zenginliğini ve anlam yapısını azaltmaya çalışıyoruz? Dilimizi zenginleştirmek varken, niye birkaç sözcük ve kalıba sıkıştırıyoruz? Dildeki zenginlik, anlatım, anlam ve düşünce zenginliği getirir. Dil ile düşünce-düşünme arasında önemli bir ilişki vardır. Bunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız!!
Hep söylenen ifadeyle “dış güçler” hedeflerine ulaşmak için sosyo-ekonomik ve kültürel olmak üzere, her yola başvuruyorlar. Hedeflerine kilitlenmiş olarak, çalışmalarına devam ediyorlar. Bu oyunu bozmak ve çabalarını boşa çıkarmak bizim elimizde. Dilimizi yabancı dillerin etkisinden kurtarmalıyız.
Önemli bir dilbilimci olan, Oktay Sinanoğlu “Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir gider. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin binlerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak, çömlek kırıntıları ile doludur” demiştir. A. Camus “benim iki vatanım var, biri Fransa, biri Fransızca. Fransa’yı korumak için Fransızca’nın hudutlarında nöbet tutuyorum” derken; Atatürk de, “ülkesini yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” demiştir.
Tüm bu sözler dilin bir ulus için ne kadar hayati öneme sahip olduğunu göstermektedir. Biz toplum olarak fazlaca etki altında kalan, akışkan bir toplumuz. Bir zamanlar baskın kültür dili olan Arapça, Farsçanın etkisinde kalan dilimiz, ne yazık ki bugün İngilizcenin etkisinde. Elbette bu, o ülkelerin güçlü ekonomileri ve kültürlerinden kaynaklanmaktadır. Biz de ulusal bilinçle ve kültürümüzle bunu aşmalı, ülkemiz ve dilimiz için duyarlı olmalı, her bakımdan güçlü olmayı, kendimize en kutsal görev bilmeliyiz.