Bir ikindi güneşidir yürekleri yakan
Bizim oraların sessizliği öldürür insanı. Bir ikindi güneşi haber verir insana oyunun sonunu. Her şeyin yalan olduğunu Güneş''in batmaya yüz tutan allığı anlatır size. Bir nisan rüzgârının yüzünüze vurduğu kum taneleri ile uyanırsınız. Varsa bir çekimlik tütün kadar teselliniz avunursunuz. Yoksa gidecek yer bulamazsınız, sığınacak kapınızın olmadığını annenizin öldüğü gün anladığınız gibi.
Hatıralarınızla kucaklaştığınız sokaklar bile üşütmeye başlar sizi. Çatlayan dudaklarınızda donar kalır söylenmemiş son sözleriniz. Kimileri ölünce mezarda anlayacak sanırken, siz hatıra mezarlığında zaten karşı karşıyasınızdır, oyun kurucu ile baş başa olma adlı gerçekle.
Doğduğunuz günden beri anne dilinde "meyhor", avam dilinde "berduş", iki kitap okuyup mürekkep yalamışsanız yersiz yurtsuzsunuzdur, bu hikâyede. Sonradan anlarsınız peri masallarınızın birer birer beşikte boğulduğunu. Ama yine de bir şeyler çeker sizi o mezarlığa. Ablak yüzlü, beyaz tenli küçük sevgilinin camında artık baykuşlar bile tünemezken. Nazım nazmında:
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken… (Nazım Hikmet)
Duyarsınız yalnızlık vadisinde elinizde tek sermayenin hatırlamak olduğunu. Ya da Karakoç''un dediği gibi :
Hayalin gerçekten en bariz farkı
Uzağa atarsın yakına düşer
Öyle günler öyle simalar var ki
Unutmak itersin aklına düşer.
Hani ahrette buluşmak falan derler ya. O da şüpheli! Dünyada koyup gidenler sizi anneniz gibi yani, bir bozkır yalnızlığında, bir hatıra mezarlığında, bir günbatımı alevinde, ahrette ne yapsın sizi ya da siz ne yapasınız onları?